26 Mart 2008 Çarşamba

Hayatın Anlamı (Jorge Luis Borges) http://axellennox.blogspot.com




Eğer hayatımı yeni baştan yaşayabilseydim o yaşamda daha çok hata yapardım.

O kadar mükemmel olmaya çalışmazdım... daha çok dinlenirdim.

Bu yaşamda, onca ciddiyetin arasında yapamadığım kadar eğlenirdim. o kadar temiz kalmazdım.

Daha fazla riskler göze alır,

Daha çok gezer,

Daha çok günbatımı seyrederdim,

Daha çok dağa tırmanır,

Daha çok nehirde yüzerdim gitmediğim daha çok yere giderdim.

Daha çok dondurma, daha az bezelye yerdim.

Daha çok gerçek sorunlarım, daha az sanal sorunlarım olurdu.

Ben yaşamın her dakikasını gerçekçi ve kitabına uygun yaşayan insanlardan biriydim.

Elbette mutluluk anlarım da oldu. ama geriye dönüp, baştan başlayabilseydim çok daha fazla iyi anlarım olurdu.

Çünkü, eğer bilmiyorsanız, yaşam bundan ibarettir, anlar, yalnızca anlar...
"şimdi"yi sakın kaçırma.

Ben, yanında, termometre, bir şişe su ve paraşüt olmaksızın asla bir yere gidemeyen insanlardan biriydim.

Eğer hayatımı yeniden yaşayabilseydim, çok daha hafif gezerdim.

Eğer hayatımı yeniden yaşayabilseydim, baharın başlamasıyla birlikte ayakkabısız yürümeye başlar, sonbahar bitimine değin çıplak ayakla devam ederdim.

Bilinmeyen daha çok yola sapar, güneşin doğuşunu daha çok seyreder, daha çok çocukla oynardım yalnızca bu yaşamda bir şansım daha olsaydı.

Gel gör ki, işte 85 yaşındayım ve biliyorum ki, artık ölmekteyim....


16 Ocak 2008 Çarşamba

"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" (Ekşi Sözlük-libertarian)


Vatandaş"TürkOsman"
Osman bey, sabah saat 7.00'de casio masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı. puffy yorganını kaldırdı. hugo boss pijamalarını çıkarıp adidas terliklerini giydi. wc'ye uğradıktan sonra banyoya geçti. Clear şampuanı ve protex sabunuyla duşunu aldı. colgate ile dişlerini fırçaladı. rowenta ile saçlarını kuruttu. bill's gömleğini ve pierre cardin takımınıgiydi. lipton çayını içti. sony televizyonda medya özetlerini ve flash haberleri izledi. citizen kol saatine baktı. aile fertlerine çav deyip hyundai otomobiline bindi. blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği buldu. ağzına bir polo şeker attı.şehrin göbeğindeki mega center'daki ofisine varınca, casper bilgisayarını çalıştırdı. microsoft excel'e girdi. ofisboy'dan nescafe'sini istedi. saat 10.00'a doğru açlığını yatıştırmak için grissini yedi. öğlen wimpy's fast food kafeteryaya gitti. ayaküstü coca cola ve hamburgeri mideye indirdi.


Camel sigarasını yakıp star gazetesini karıştırdı. akşamüzeri iş çıkışı image bar'a uğrayıp cb'sini yudumladı, sonra köşedeki shopping center'a uğradı. eşinin sipariş ettiği persil supra deterjan, ace çamaşır suyu, palmolive şampuan, gala tuvalet kâğıdı, sprite gazoz ve johnson kolonyayı alarak kasaya yanaştı. bonus kartıyla faturayı ödedi.
hafta sonu eşi münevver'le galeria'ya giden osman bey, showroom'ları dolaşıp kinetix ayakkabı, lee cooper blue jean satın aldı.
akşam evde bir gazetenin verdiği tv guide'a göz atan osman bey, kanallar arasında zapping yaparak, first class, top secret, paparazzi gibi programları izledi. aynı anda outdoor dergisini karıştırdı.


Saat 22.00'ye doğru show'da türk dili üzerine panel başladı. uykusu gelen osman bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti.
"Ne mutlu Türk'üm diyene" diye gerindi.

14 Ocak 2008 Pazartesi

HAYAT (Ekşi Sözlük-denizden salvarsiz cikan adam)



İnsan ömrü; kaç yılı aşmış olursa olsun, ne kadar dert keder, hiç kimseye nasip olmayacak mutluluklar dahi görmüş olursa olsun belirli aralıklarla yenilenmeye tabi olur. bu yenilenme çizgileri ve süreçleri bir nevi geçmişle hesaplaşma, elde ettiklerini ve elde tutabildiklerini fark edebilme, bu gününe seni getiren tecrübe ve tecrübesizliklerinle muhasebe ile geçer. termodinamiğin ikinci kanununda en basit anlamda “düzen her zaman düzensizliğe yönelim içerisinde bulunur ve düzen için harcanan çaba düzensizliğe sebep olan çabadan her zaman daha fazladır” mantığı bulunur. zor şartlarda elde edilen mutluluk, huzur, ruhsal dinginlik, bu kanunun gereği olarak en küçük etkilerde bozulabilmekte, hızla düzensizliğe yola alabilmektedir.
Maddi anlamda açılandırır isek; yıllarca çalışarak didinerek satın aldığın bir ev ufak bir depremde, bir araba trafik kazasında, çok sevdiğin bir giyecek bir çiviye takılarak heba olur gider. varlığı mutluluk sebebi olan o eşya, mülk bir an mutsuzluğunun kaynağına dönüşür ve işin daha acı tarafı elde hali hazırda bozulmamış olan düzenlerine karşı ön yargılı ve panikatak yaklaşmanı sağlar. manevi boyutta elde olan değerlerin tahrip olması daha zor ama neticesinde daha acıdır. bir insanın çok zengin olması maddi bir düzendir, lakin bu düzendeki düzensizlik; o insanın fakirliğin ne olduğunu bilmemesidir. bütün servetini yitirdiğinde hiç bilmediği bambaşka bir dünya ile karşılaşır ve iç hesaplaşmaları, korkuları o kişiyi intihara kadar götürür. manevi yapının sağlam olmasının ince ve basit kuralları vardır.
İrade: insanın doğasında bulunan ve yaşamını birinci dereceden etkileyen bir potansiyeldir. maddi ve manevi irade olarak ikiye ayrılır ve her ikisi de birbiriyle dolaylı olarak bağlantılıdır.maddi irade; parasal ve fiziki irade olarak basitçe sınıflandırılabilir.manevi irade; insanın psikolojisini ayakta tutan iradedir. kişinin kendi iç dünyasında yaşadığı müspet ve menfi yoğunluk gerçek yaşam kalitesini belirler. manevi iradenin güçsüzlüğünün önce sebeplerini daha sonra sonuçlarını incelemek gerekirse; sürekli olumsuz düşünmek, başa gelen bütün sıkıntılardan ders çıkartmak yerine şikayet etmek, itikad (dini inanç) eksikliği veya yaşamına entegre edememe sorunu vb. eksi yöndeki durumlar iradeyi zayıf düşürür. sonuçta ise; kendini sosyal hayattan soyutlamak, yaşamın bütün normlarına karşı aşırı nefret, karakter zaafları ve hatta tıynetsizlik, uç noktada kendine fiziksel olarak zarar vermek ve intihar. bir insan sürekli harama yöneltir dini vecibelerini yerine getirmez, bu konuda bir eksiklik hissetmez, inanç kaybı yaşar ve kendinden nefret ederse iradesini aşırı derecede zayıflatır. halbuki Allah, insana kaldıramayacağı yükü asla yüklemez. insanın kaldıramadığı kendi iradesindeki eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
İnanç: neye? ne için? ne zamandan beri? ne zamana kadar? sorularının tamamının yanıtını verdikten sonra sağlam inanç temelleri oluşur. inançların başında tanrı inancı vardır. birey doğası ve doğanın şu anki işlevselliği gereği başlangıç ile sonun olmak zorunda olduğuna inanır. tanrı inancı bu konuda bizlere çok büyük kolaylıklar sağlamaktadır. yukarıdaki soruların cevabına kolayca; “Allah'a, muhtaç olduğumuz için, O’ndan geldiğimiz zamandan, O’na döndürüleceğimiz zamana kadar inanıyoruz” şeklinde cevap verdiğimiz zaman yolun büyük bir kısmını ve hatta tamamını aşmış oluruz.
Kendini sevmek: manevi huzurun ve sevmenin başlangıç noktası; insanın bizatihi kendisi, psikolojik durumu, sosyal statüsü, fiziksel görünümü vs..vs.. gibi denklemin bilinen kısımlarıdır. her ne olursa olsun, doğrularınla, yanlışlarınla, fiziki veya ruhsal eksiklerinle yüzleşip, aynada kendini önce kendine beğendirmek zorundasındır. işin pollyannacılık kısmını bir kenara bırakıp hakikat kısmına baktığımıza zaman, bizi yaradan Allah Teala’nın, daha biz dünya hayatına başlamadan önce, bütün eksikliklerimizi ve fazlalıklarımızı kaderimize işlediğini bilmeliyiz. eğer bu şekilde bakmayı başarıp da, kendimize isyan etmezsek; bizim bu hayattaki eksikliklerimizin, ahir hayattaki fazlalıklarımız ile kapatılacağını biliriz. bu dahi kendimizi ve kusurlarımızı sevmemiz için yeterli sebeptir. önce kendimizi sevmeli ve daha sonra “kendimizle barışık halimizi” insanlara sevdirmeliyiz. insan en şerefli mahlûkat olarak yaratılmıştır. yani en üstün mahlûkat... bunun farkında olamayan insanlar her zaman kendisinde bir eksiklik görür ve hatta eksikliği yoksa dahi kendisinde kusurlar oluşturur ve bu şekilde yansıtır. sürekli depresyonda görünümü veren insanlar (-ki son zamanlarda çok moda bir söylem olmuştur bu, normal olmak çok ayıplanacak bir durummuş gibi) bir zaman sonra ruhsal dengesinde, tedavisi gerçekten zor yaralar açar. kişinin kendisiyle barışık yaşaması mecburidir.
Seçim yapabilmek: kendi hayatına hakim olabilmek için, kendi seçimlerini yapabilmen gerekir. başkaları senin için seçim dahi yapacak olsa, bu tamamen senin kontrolünde gerçekleşmeli ve hayatına başka insanların bizatihi etkisinden ziyade, sadece fikirlerinin yön vermesini sağlamalısın. pek çok insanın, hayatın kendisi için sürekli acı, sıkıntı, keder getirdiğini düşünmesinin en büyük sebebi budur. kendi seçimlerini yapamayan ve bunu alışkanlık haline getiren bir kişi, içine düştüğü durumlardan kurtulabilmek için sürekli yardım edilmeye muhtaç olur. bu bir nevi pasif asalaklıktır. farkında olmadan kendi hayatında bir figüran konumuna düşmüşsün ve ileriki yaşantıda başına gelebilecek güzel hadiseleri en başından kovalamışsındır. seçimler bu noktada çok önemlidir. kendi yaptığın seçimden dolayı bir hataya da düşsen bu senin şahsi hatandır ve bu hatadan ders alma payın daha fazladır. bir adım atarken diğer adımın hesabını yapmayı ancak bu şekilde öğrenebilirsin. aksi takdirde attığın bir adımda ayağının bir çukura girmesi ve kırılması demek, daha atacağın nice adımların en başından heba olması demektir. “mü’min bir delikten iki def’a sokulmaz.” Hadis-i Şerifi’nden de anlaşılacağı üzere; aklı selim insan aynı hatayı bile bile ikinci kez yapmaz. eğer hayat seni aynı hatayı tekrar yapman yolunda sürüklüyorsa, kendini o hayattan çıkartmalısındır ve bu senin iradenin gücüyle olacaktır. bir şeylerin yanlış gittiğini hissettiğinde yaptığın seçimleri tekrar gözden geçirmekle vakit kaybetmeyip, tamamen aklından silip atmalısındır. unutmamalısın ki kritik yerlerdeki bütün sorular, her zaman çalışmadığın yerden çıkar.
Kaderi anlamaya çalışmak: bu nokta çok önemlidir. insan farkında olmasa da kendi kaderinin efendisidir. pek çok kişi kaderin tek bir senaryo olduğunu düşünür ve başına gelen her şeyin sebebini kendi seçimleri değil kaderinde yazılanın kazası olarak görür. evet aslında bu kısmen doğrudur; lakin biraz daha derine indiğiniz zaman bir insan ömründe birden daha fazla kader olduğunu fark edebilirsiniz. buna verilebilecek en basit örnek ölümle burun buruna gelip de sıyrıldığın zamandır. bir saniye önce o kaldırıma çıkmış olmasaydın araba sana çarpacaktı ve hayatın o yönde gelişecekti. peki insanın kendi seçimleri kaderini nerelerde etkiler, kaderin hangi kısımları değişebilir, hangi kısımları kalıcıdır.kaderin kalıcı olan bölümleri; bunlar standart hayatımızın süreçlerinden oluşur. doğmak, büyümek, ölmek.kaderin seçimlere bağlı değişen kısımları; bu durumu örneklendirirsek daha anlaşılabilir olacaktır. psikolojik buhran içerisindesindir, her şey üstüne üstüne gelir, artık dayanacak tahammül edecek güç kalmamıştır (-ki Allah, kimseye kaldıramayacağı yük vermez.) intiharın eşiğindesindir. uçurumun kenarına kadar gelirsiniz, bu sizin kaderinizde vardır ve size iki seçenek sunulur; ya kendi hayatına kastedersin ya da geri dönersin. her iki durumda da başka bir kader hali hazırda yazılı bulunmaktadır ve sen yaptığın seçime göre yazılan kaderi yaşamaya devam edersin. tabiî ki sadece burada seçimler devreye girmez. sen o noktaya gelene kadar pek çok yol ayrımından, pek çok kere yanlış olana sapmışsındır. neden böyle oluyor? sorusunun cevabı, kabaca; “kendimden dolayı”’dır. ama asıl cevap “yanlış yaptığım seçimlerden dolayı”dır. çünkü seçtiğin kaderde senindir, seçmediğin kaderde. alim kişiler kaderi, çok dallı, budaklı bir ağaca benzetir. gövdeden doğar ve ilerler. ben ise buraya yaprakları eklemek gerektiğini düşünüyorum. kimi yapraklar daha aşağıdadır. çünkü zirveye giden dallardan değil, daha kısa olan dallardan zuhur etmiştir. bazı yapraklar ise zirvededir. çünkü o yapraklar sürekli zirveye gözünü dikmiş olan dalların ürünüdür. eğer insanı da bir ağaca benzetirsek, o her iki yerde bulunan yapraklarda kendi dallarından (kader yollarından) peyda olmuştur. kadere teslim olmak =Allah’a teslim olmaktır ve seçimleri müspet olarak Allah’ın emirlerine uygun olarak yapmak bizleri zirvedeki yaprakların konumuna getirecektir. manevi yapının sağlam olması için kader ile seçim konularını iyi tespit etmen gerekmektedir. mutluluk ve huzur her zaman kapıdadır, onu içeriye almak kapıyı açmak kadar basittir. unutmaman gerekir ki; gücünü kaybettiğin yer tekrar başlaman gereken yerdir. seçimleri tekrar gözden geçireceğin yer değil, yepyeni seçimleri yapmak gereken yerdir.

4 Ocak 2008 Cuma

BURJUVA İNSANI (HERMAN HESSE-BOZKIRKURDU)


İnsanlığın her zaman varlığını sürdüren bir durumu olarak "burjuvalık", bir denge sağlama, insan davranışındaki sayısız aşırı uçlar ve karşıt çiftler arasında dengeli bir orta yolu ele geçirme çabasından başka bir şey değildir. Bu karşıt çiftlerden birini, örneğin bir ermiş ile zevkperest kişiyi ele alacak olursak, benzetimiz daha iyi anlaşılacaktır. İnsan, kendini tümüyle manevi değerlere, Tanrıya yaklaşma çabasına, ermişlik idealine adama olanağına sahiptir. Bunun tersine, kendini tümüyle içgüdüsel yaşama, duygularının isteklerine teslim edip, çabasını anlık hazların kazanımına yöneltme olanağıyla da donatılmıştır. Birinci yol ermişliğe, manevi şehitliğe, Tanrı uğruna kendini feda etmeye, ikinci yol ise zevkperestliğe, içgüdüler uğruna canını vermeye,çürüyüp kokuşmalar uğruna kendini gözden çıkarmaya götürür kişiyi. İşte orta sınıf insanı bu ikisi arasındaki ılıman iklimde yaşamaya çalışır. Asla kendini gözden çıkarmaz, ne çilekeşliğe ne de zevkperestliğe adar kendini, asla canını vermeye kalkmaz, asla yok olmayı istemez. Tersine onun ideali nefsinden el çekmek değil, ben'ini ayakta tutmaktır, ne ermişlik ne de onun karşıtı uğrunda çaba harcar. Kayıtsız şartsız taraf tutmak onun katlanamıyacağı şeydir. Tanrıya olduğu gibi zevkperestliğe de kulluk etmek ister, erdemli olmaya çalışır, öte yanda bu yeryüzünde biraz da adam gibi rahat yaşamaya bakar. Kısacası aşırı uçlar ortasında, şiddetli rüzgarlardan, fırtınalardan korunmuş, sağlığına yararlı ılıman bir bölgede yerleşmeye uğraşır

1 Kasım 2007 Perşembe

DEVLET MEMURU (Ekşi Sözlük-xespa)



Bir oyunun orta yerindeki şaşkınlarız. oyunun sonu belli, senaryoyu hepimiz biliyoruz, rollerimizi biliyoruz, kostümlerimiz çeşit çeşit, replikler aklımızda, heyecan ve korkuyla karışık ilginç bir haz hissediyoruz göğüs kafesimizin içinde. yüzü olmayan seyirciler sabırsızlıkla bekliyorlar, suflör telaşlı tıpkı yönetmen gibi. herşey hazır, neyi bekliyoruz?

ve perde..

Saatin keyifsiz sesiyle gözlerimi açtım. fizyolojik ve psikolojik olarak geceyi ayakta gündüzü uyuyarak geçirmeye yatkın biriyim, sabahın köründe uyanıp işyerinin yolunu tutmakla karada yaşamaya çalışan balık gibi hissediyorum kendimi. bu mahmur halim öğlen saatlerine kadar devam ediyor. genellikle sabahın ilk saatlerini gece bekçisi olma hayalleriyle geçiriyorum. zaman zaman sayısal lotodan altı bilip gayrimenkul zengini bir tembel olarak hayatımı geçirmeyi de hayal etmiyor değilim. sayısal loto oynamıyorum. bir devlet dairesinde çalışıyorum. işe zamanında (sabahın sekizinde) gitmeyi yıllardır beceremiyorum. küçük ayak oyunları ile amirlerime çaktırmadan daireye girmeye çalışmakla stratejik günüm başlıyor. çalışmak, bir iş sahibi olmak yanında sorumluluk da getiriyor; gün içerisinde üzerime düşen işleri yapmak, yanımda çalışan insanlara güler yüz göstermek, salakça espriler yapanlara gülmek zorunda olmak, toplumca meşru kabul edilmedikçe özel hayatı herkesten saklamak, tüm gün sigara dumanıyla boğuşmak ve -çivi çiviyi söker hesabı- üst üste sigara yakmak bunlardan sadece birkaçı.

Öğle yemeği için verilen arayı seviyorum; kısmen de olsa bana ait olduğu için. işyerinde tek amaç zaman geçirmek. devletin verdiği görevi en güzel şekilde yapmak. bulunduğu yere layık olmayan insanlara bulunduğu yere layık olduğunu hissettirmeye çalışmak, değersiz olduğunu hissetmek, saçmasapan diyaloglara gerekliymiş muamelesi yapmak, bazen -genelde (psikolojik anlamda) yalnızlığın hissedildiği zamanlarda- sevgiliyi düşünmek, umut etmek, güzel hayaller kurmak, mutlu günleri hayal etmek, mutluluğa doğru -olabildiğince güçlü- adımlar atmak, sevgiliyi düşünmek, saçlarını, bakışlarını, dişlerinin beyazlığını, gözlerinin yeşilliğini düşünmek, yürüyüşünün asaletini hatırlamak, olmayan hayatlar tesis etmek, yazmak, hissetmek, duymak..ortada hiç bir sebep yokken ayrilmak ..

Bir kaç ay sonra onun nişanlandığını duymak, geleceği elinden alınmış gibi hissetmek, yenilgiyi hazmetmeye çalışmak, içmek, şişelerin dibinde unutmanın, ya da umursamamanın hafifliğini aramak, düşünmemeye çalışmak, kötü şarkılar - one last goodbye gibi, "yalnızlık ömür boyu" gibi- dinlememeye çalışmak, tüm bunları yaşarken devletin verdiği görevi en güzel şekliyle yapmak, tebessüm ile saklamak tüm acıları, toplumca meşru kabul edilmedikçe özel hayatı herkesten saklamak, sigara üzerine sigara yakmak.. güvensizlik, öfke, değersizlik hissi, delirme belirtileri, gülümsemek, umudun işkenceyi uzattığını bile bile -küçük de olsa- bir umut kırıntısını içinde taşımak, değersiz insanlara değer vermek zorunda olmak, değer verdiklerine hakettikleri değeri hissettirememek..

Ve mesai bitişi, koşar adımlarla terkedilen devlet daireleri, zincirlerinden boşalmışcasına evlerine -ya da gitmek istedikleri yerlere- koşar adımla uzaklaşırken artlarında bomboş odalar bırakan memurlar.. kendine ayırmak için devletin bahşettiği bir kaç saat, ertesi gün işe zamanında (sabahın sekizinde) gitme planları, soğuk yastığın ürpertisi,

ve perdenin kapanması..

30 Ekim 2007 Salı

KEVİN COSTNER'IN 29 EKİM RESEPSİYONUNA KATILMASI (Ekşi Sözlük-Sads)



İlk bakışta fazlada abartılmaması gerektiği düşünülen; ancak yaşadığımız olağanüstü günler akla geldiğinde, insanı içten içe kıran, biraz izledikten sonra vücut kimyasını bozmaya başlayan ve sonra da öğürten bir olaydır. her yönü ile sakattır, bozuktur. burada Kevin Costner’ın kişiliği ile ilgili bir derdimiz yok. adı x de olabilir y de. ama bu x veya y kişisi, kim ki, devletin tepesine eli cebinde dalıyor? yani hadi bıraktım resepsiyonu, onu bunu, yahu hiç üşenmeyin gidin deneyin, işiniz olmadan kanarya sevenlerin toplantısına bile giremezsiniz. Vazgeçtim kutlamaktan, kuruluştan, dandik bir yönetim kurulu toplantısına bile alınmazsınız. özeldir derler, sıfatınız yok derler, ne işiniz var derler. derler oğlu derler. adamı bozar yollarlar. ama bu holivud loserı geliyor, kafadan içeri alınıyor, herkesle selamlaşma, tokalaşma, muhabbet oh ne güzel. yani sevgili sözlük ahalisi, gün geçmiyor ki bir adım daha muz cumhuriyeti olma yolunda ilerlemeyelim. her günümüz ayrı bir keyif, ayrı bir tad. bir yanda dostluğumuzu her gün biraz daha pekiştirdiğimiz dost ve müttefik ülkeler, bir yanda ben size kedi bile vermem diyen beslemelerimiz. ne olacak bu memleketin hali diye çılgınca merak etmekten bu defa haggeten kendimi alamıyorum. keşke diyorum bende bunları hiç düşünmesem, şöyle kevin gibi içkimden iri yudumlar alarak salonlarda gezsem, hiç tanımadığım, yaşamımda yirmi saniyeden fazla yer almayacak insanlarla takılsam. ama olmuyor işte. vatan çocukları kaçırılalı on gün olmuş hala tık yok. hala şehit cenazeleri geliyor. hala boş vaatler, laflar. tabi sonra ister istemez soruyorum. yahu diyorum, biz Koreden Afganistana, Somaliden Lübnana, Bosnaya, x den y ye; yani lafın kısası kendi ülkemizden binlerce kilometre uzağa askerimizi, polisimizi, vatan evladımızı hep yollamışız, yeri gelmiş ölmüşüz. şimdi ise tam burnumuzun dibinde ve üstelik yüzde yüz haklı olduğumuz, etimizi canımızı delen hadisede bekliyoruz. yahu bu ülkede taksiciden bakkala tüm esnaf hükümetin yanında, işçi, sivil toplum, işveren hükümetin yanında, işadamı, sanayici hükümetin yanında, medya hükümetin yanında, asker hükümetin yanında. akla gelen hemen her grup operasyon için hükümete destek. her gün, her saat, her şehirde, her grup gösteriler yapıyor. daha ne bekleniyor ki? gidin alın arkadaş oradaki vatan çocuklarını. bedeli ne olur diye hesaplara takılıp kalmayın. bir şey olmaz. bu memleketin insanı en kötüsünü çok gördü. ne işimiz var bizim kevınla, costnırla. bulun şu garip ana kuzularını. teslim edin anasına babasına. yakmayın daha fazla milletin ciğerini. bi israil kadar olun be.

23 Ekim 2007 Salı

YALNIZLIĞIN SOĞUK GERÇEKLİĞİ (Kürk Mantolu Madonna-Sabahattin Ali)




"...hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. halbuki mühim olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sükutu, ne inkisar kalır... bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur..."

17 Eylül 2007 Pazartesi

YAŞLILIK KORKUSU (Ekşi Sözlük-iwillshowyouwhatitmeans)



Bu korkunun bu kadar histerik olarak günümüz toplumlarının çoğunda büyük oranlarda görülmesinin nedeni daha çok toplumsal koşullanmalardan kaynaklanıyor. günümüz toplumlarında, geçmiştekinden çok çok farklı olarak gençlik ve güzellik kavramlarının pompalanıyor oluşu insanları toplumsal bir histerinin pençesine düşürüyor. "iyi" olanın genç olmak, yüzde kırışıklık saçlarda ak olmaması, yaşlılığın doğal olarak getirdiği herşeyi "kötü" olarak algılamak olgusu ile toplumda yaşlılara(ya da en azından yaşlı görünenlere) verilen önemin azalması gibi etmenler, gençliğin yüceltilmesi vs. tipi aslında son derece "kültürel" olgular bu tip anlamsız bir korkuya yol açıyor.


Oysa geçmişin toplumlarında bunun tersi bir durum söz konusu. yaşlılık bir bilgelik ve saygınlığın göstergesi, doğal evrimin bir sonucu ve tecrübelerinden yararlanılması gerken bir olgunluk çağı, gençliğin ise "delikanlılık" diye türkçede çok güzel bir şekilde ifade edildiği gibi bir toyluk, gelişmemişlik, öğrenim devresi olarak görülüp aslında çok da takdir edilmediği bir dönem olarak görülmesi de eskinin toplumlarına özgü bir anlayış.bugün bu durumda olmamızın nedeni basbayağı içinde yaşadığımız tüketim kültürüdür. mantık da basit elbet; çünkü parası olan büyüklerdir ve büyüklere olmadıkları birşeyi oldurmak için para harcatabiliriz ve bu harcamaların sonu asla gelmez(çünkü sonuç hiç bir zaman %100 başarılı olamaz doğası gereği). bu esriklik kişisel tatminsizliğe sürükler, bu da daha çok tüketime yol açar falan filan, bunları zaten biliyorsunuz. artık yaşlıların önemsenmediği, topluma bir yük olarak görüldüğü bir çağ üstelik bu. bireyselleşme olgusu da, huzurevleri de çağımıza özgü olgular.

10 Eylül 2007 Pazartesi

NAMAZ KILMIYORUM AMA KALBİM TEMİZ MASALI (Ekşi Sözlük; yoldaki isaretler)




Kibirin girebileceği en güzel hallerden biridir bu söz. En büyük günahların üstünde hiç bir zaman "bu işleyeceğiniz en büyük günah" yazmaz, kibir de en büyük günahlardan biridir ve üstünde etiket bulundurmaz. şeytanı şeytan yapan, firavunu firavun, nemrut'u nemrut yapan kibirleriydi ve "kibirliyim anasını satıyım, var mı?" tarzı bir yaklaşımları hiç bir zaman olmadı. hepsinin Allah’ın (C.c.) buyruğuna bir alternatifi vardı ve bu alternatif için kendi mantıklarınca gerekçeler de üretmişlerdi.şeytan'ı ele alalım, adem'e (A.s.) secde etmesi istendiğinde reddetmiş ve bunu "ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan, ben daha üstünüm" diyerek açıklamıştı. halbuki secde etmesini gerektiren adem'in (A.s.) yüceliği değil bunun yaratıcının emri oluşuydu.


"Namaz kilmiyorum ama kalbim temiz" muhabettinde de bir benzeri var bunun. meali şu "Allah' ım; senin emrin beni pek sarmadı, mantığım bunu kabul etmedi, ben de ona bir alternatif uydurdum, kalbimin hijyenine dikkat ediyorum". ama namaz kılmak için namazın allah'ın emri oluşu zaten başlı başına yeterli bir sebep değil midir? bunu mantıklarımıza kabul ettirmemiz gerektiğini bize kim söylüyor?. insan, nefsinin emrettiği bir çok şeyi sorgulamadan yerine getirir. fakat mesele allah'ın emri olunca garip bir sorgulama mekanizması gündeme gelir. bu fıtrattan kaynaklanan insanın içindeki iman-küfür savaşıdır. mesele galip gelebilmek. mesele bilim, mantık, sevgi, "1400 senelik çöl kanununa göre mi yaşayacağım?","bir kereden bir şey olmaz" maskelerini çok seven şeytanı dinlememek, ona karşı galip gelebilmek. namazlarınızın kabul, kalbinizin her daim temiz olması dileğiyle...

3 Eylül 2007 Pazartesi

TÜRKLERDE DEVLET KURMA YETENEĞİ (Ekşi Sözlük-babaerenler)




Milliyetçi-mütedeyyin muhayyileye göre, bir ırkın, ümmetin yahut milletin taa öteden beri sahip olduğu düşünülen tözsel, tarih-ötesi kabiliyet, vasıf, gelenek. bu ilkçi* kabule göre milletin kadim zamanlarda tohumu ekilen asil tözü ile birlikte günümüze dek güçlenerek (an azından değişmeden, deneye-yanıla) kullanılagelen bir özelliğidir bu. devletsiz olmaz. ha, kurulan devletler çökmüşse eğer, bu milletin tözündeki zayıflıklarla alakalı değildir. her zaman dış mihraklar (çinli prensesler, zee germans, vs.) kandırırlar, hançerlerler, çökertirler. yeteneğini tekrar hayata geçiren millet, tekrar kurar devletini.türkçü-islamcı söylemde şu formlarda dillendirilmiş,


" koruyorsak, bunu, kimliğimize uygun büyük adımlar atarak göstermeliyiz.""anadolu'da türk şehirciliği ve belgeselle ölümsüzleştirildi.”


"4 eylül tarihinin bir sonucu olduğunu vurgulayan vali canpolat, geçmişinde hiçbir insanlık suçu bulunmayan türklerin tarihteki en şerefli millet olduğunun altını çizdi.""türkler’in 17 devlet kurduğuna ve medeniyet kurma yeteneğinin yüksekliğinin şüphe götürmeyeceğine işaret eden prof. dr. albayrak, “biz devlet ve medeniyet kuran bir unsurun nesli olan bir topluluğa mensubuz. atalarımızdan bize geçmiştir. göktürk–karahanlı–selçuklu–osmanlı zincirini kuran acina idareci sülalesinin uzantısı türkiye’dir. medeniyet kurumlarını oluşturmalıyız. devlet ve millet olarak bir ve bütün olmalıyız” diye konuştu."


"türklerin anadolu'yu yurt edinmeleri ve anadolu ile birlikte balkanlar'a yapılan akınları kuru bir istila hareketinden ziyade yeni bir olarak değerlendirirsek, bu vatan topraklarında kurulan cihan devleti'nin nasıl altı asır yaşayabildiğini daha iyi anlayabiliriz.""prof. dr. kemal tahir'in 1966 yilinda söyledigi gibi: 'türk milleti'nin bütün tarih boyunca bayraksiz ve devletsiz kalmamasi rastgele ve bosuna degildir. onun çekirdegindeki dinamizm, ona ... devlet kurmak baska bir seydir, devleti yönetmek baska bir seydir. türk milleti tarih boyunca devleti hem kurmada, hem yönetmede ustalik göstermistir.”


"hun ve göktürk birliği dışında türkler, aynı dönem zarfında pekçok devlet yapılanmasına gitmişler; çoğu kez birbirleriyle savaşmışlardır. türk tarihi'nin yatay ve dikey derinliğini arttırmaktadır.""istanbul’u dünyanın en savaşçı, olan ve on sekiz devlet kuran türkler aldı."


"biliyoruz ki bu millet binlerce yıldan bu yana sürdüregeldiği nedeniyle hasımlarının sürekli kem gözlerine maruz kalmış ve bunun bedeli defalarca içeriden yıkma taktiklerinin sonuç vermesiyle devletlerin ortadan kalkmasına neden olmuştur."" ata yurdunda kurduğu devletlerin yıkılmaslarında en büyük pay sahibi çinli prensesler vesilesi ile yaşanan çin özentisidir.öyle ki devlet büyükleri çocuklaına çince isimler verir olmuşlardır."


"tarihteki köklü devletler günün birinde kaderin kötü bir tecellisi olarak yıkılsalar bile o durumunda yıkılan devletin enkazı altından yepyeni ve güçlü bir devlet olarak dünya devletleri arasındaki yerlerini mutlaka alacaklardır. bu sebeple; bugün komünist çin işgali altında bulunan doğu türkistan'daki 40 milyon müslüman türk halkı işgale uğradığı elli yıldan beri dünyanın en asimileci en sadist ve en gaddar milleti olan çinlilere karşı bütün olumsuz şartlara rağmen millî örf, adet, gelenek ve göreneklerini muhafaza etmeyi başarmışlardır."


" devletsiz ve başsız kalamayacağı bilinen bir gerçekti. sadece beklenen bir zaman vardı."